SÜNEN EBU DAVUD

Bablar    Konular    Numaralar  

ZEKAT BAHSİ

<< 1590 >>

NUMARALI HADİS-İ ŞERİF:

 

حَدَّثَنَا حَفْصُ بْنُ عُمَرَ النَّمَرِيُّ وَأَبُو الْوَلِيدِ الطَّيَالِسِيُّ الْمَعْنَى قَالَا حَدَّثَنَا شُعْبَةُ عَنْ عَمْرِو بْنِ مُرَّةَ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ أَبِي أَوْفَى قَالَ كَانَ أَبِي مِنْ أَصْحَابِ الشَّجَرَةِ وَكَانَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِذَا أَتَاهُ قَوْمٌ بِصَدَقَتِهِمْ قَالَ اللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى آلِ فُلَانٍ قَالَ فَأَتَاهُ أَبِي بِصَدَقَتِهِ فَقَالَ اللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى آلِ أَبِي أَوْفَى

 

Abdullah b. Ebû Evfâ (r.a)'dan; demiştir ki:

 

Babam (Rıdvan) ağacı altında (bey'atta) bulunanlardandı. Bir topluluk zekâtını Resûlullah (s.a.v.)'e getirdiklerinde;

 

"Allah'ım! Falan aileye rahmet ve mağfiret et" buyurdu. Babam da O'na zekâtım getirdi de Resûlullah (s.a.v.):

 

"Allah'ım Ebû Evfâ ailesine rahmet ve mağfiret eyle" buyurdu.

 

 

İzah:

Buhârî, zekât; Müslim, zekât; Nesaî, zekât; İbn Mâce, zekât; Ahmed b. Hanbel, IV-353-355, 381, 383.

 

Ravi'nin babası Ebu Evfa Alkame b. Hâlid, hicretin 6. yılında Rıdvan ağacı altında Nebi (s.a.v.)'e bey'at edenlerdendi.

 

Hadisteki salat'tan maksat Allah'ın rahmet ve mağfiretidir. …… duasındaki "al" kelimesi, hadis şarihlerinin dedi­ğine göre zaid olduğundan Resulullah (s.a.v.) Ebu Evfa'nın kendisine dua etmiştir. Zira "al", kelimesinden bazen o adamın kendisi kast edilmekte­dir. Nitekim Resûlullah (s.a.v.)'in Ebû Mûsâ el-Eş'arî'ye hitaben;

 

"Gerçekten sana Âl-i Davud'un nağmelerinden bir nağme verilmiştir" diye buyurmuş olduğu hadiste, Âl-i Davud'dan bizzat Hz. Davud'u kastet­miştir. Bu kelime çoğunlukla şeref ve itibar sahibi olan şahıslara1 izafe edilir. Âl-i Dâvûd, Âl-i Ömer (r.a.) gibi. Kur'ân-ı Kerimde Firavun hak­kında kullanılması ise, mecazîdir.

 

Şarihler her ne kadar bu duadaki "al" kelimesinin zâid olduğunu söylemişlerse de, onu zâid kabul etmeyip aile reisi başta olmak üzere aile­nin bütün fertlerini içine alması da mânâyı bozmasa gerek. Çünkü Pey­gamber (s.a.v.)'in onunla hem Ebû Evfa'yı hem de onun aile fertlerini kas­tetmiş olması da muhtemeldir.

 

Hadis, zekatı alan kişinin mal sahiplerine rahmet ve mağfiret ile dua etmesinin müstehab olduğuna delâlet etmektedir. Cumhur bu görüştedir. Zahirîlere göre zekâtı veren mal sahibine duâ etmek müstehab değil, vâcibtir. Bunların delili (Ey Muhammed), On­lara (zekat veren mal sahihlerine) duâ et. Senin duan onlara huzur, gönül­lerine sükûnet verir."[Tevbe 103.] âyetindeki "Onlara duâ et" emrinin vücûb ifâde etmesidir. Cumhur ise, bu emrin Peygamber (s.a.v.)'e mahsus olduğu görü­şündedir. Delilleri, O'nun duasının, onlara sükûnet bahşedip başkalarının duasının öyle olmaması, aynı etkiyi göstermemesidir. Ayrıca mal sahibine duâ etmek vâcib olsaydı, muhakkak Nebi (s.a.v.) gönderdiği zekat memurlarına: "Mal sahiplerinden zekâtı teslim alırken onlara duâ edin" diye emrederdi. Sonra şu da var ki, devlet başkanı veya yetkili şahsın almış olduğu keffâret, alacak ve diğer vâcib olan şeylerden dolayı dua etmesi ittifakla vâcib değildir. Hal böyle olunca, zekâtı teslim alırken de dua etmesi vâcib olmamalıdır.

 

Bazı âlimler bu hadisle ihticâc ederek Nebilerden başkalarına da müstakil olarak salât getirmeyi caiz görmüşlerdir. Ahmed b. Hanbel ve Zahirîler bu görüştedirler .Ancak cumhura göre bu caiz değildir. Çün­kü salavât, ta'zim ve yüceltme ifadesi olarak müstakillen yalnız Peygam­berler hakkında kullanılmıştır. Peygamber (s.a.v.) Peygamberler dışında ba­zı kişilere salât getirmişse de onu tazim mânâsında değil de duâ ve rahmet dilemek anlamında kullanmıştır. Ayrıca bu durum yalnız O'na mahsustur. Böylesi durumlarda kıyas geçerli değildir. Yani o bazı kişilere salat getir­miş diye bizim de onlara salât getirmemizin caiz olması gerekmez.

 

Nevevî bu konuda özetle şöyle demektedir: "Bize göre Nebiler­den başkalarına salavat getirmek suretiyle dua edilmez. Ancak onlara tebean başkalarıda zikredilebilir. Meselâ "Allahım Muhammed'e, ashabına ve âline salât eyle" diye ashab ve âlini Muhammed (s.a.v.)'e tebean zikret­mek caizdir.Nasıl ki "Azze veCelle" ifâdesi yalnız Allahu Teala'ya mah-sussa, salavât da yalnız Peygamberlere mahsustur. Peygamber (s.a.v.) ger­çekten aziz ve celîl olduğu halde O'na "Muhammed azze ve celle" denil­mez. Çünkü bu tâbir yalnız Allah'a mahsustur. İşte bunun gibi Ebu Bekir (sallallahü aleyhi vesellem) veya Ömer (sallallahü aleyhi vesellem) de de­nilmez. Halbuki "Sallallahü aleyhi ve sellem" tâbirinin mânâsı olan "Al­lah ona rahmet ve.mağfiretıetsin" cümlesini ikisi için de kullanmakta bir sakınca yoktur. Mânâ bakımından bir sakınca bulunmamasına rağmen Pey­gamberlerden başkası hakkında müstakil olarak bu tabir kullanılamaz."

 

Ashab-i kiram zamanında Nebilerden başkasına salât getirmek âdet değildi. Onların devrinden sonra Rafizîler ile Şiîler bazı imamlara salavât getirmeye başladılar. Meselâ Ali (sallallahü aleyhi vesellem) dedi­ler. Bid'at ehline benzemek ise, yasaktır. Binaenaleyh onlara muhalefet etmek gerekir.

 

Nevevî Nebilerden başkasına müstakil olarak salavât getirme­nin hükmü hakkında şöyle demektedir:

 

Nebilerden başkasına müstakil olarak salât getirmek hakkında arkadaşlarımız değişik hükümler vermişlerdir. Onun haram olduğunu söy­leyenler olduğu gibi, tenzihen mekruh veya âdaba aykırı olduğunu söyle­yenler de olmuştur. Meşhur ve sahih olan kavle göre tenzihen mekruhtur.

 

Çünkü bid'at ehli, Nebilerden başka bazı kişilere salavat getirirler. Biz onların âdetlerinden uzak durmalıyız. İmam Ebu MuhammecJ el-Cüveynî: "Selâm da hüküm yönünden salât gibidir. Peygamberlerden baş­kasına müstakil olarak salat getirilmediği gibi selâm da getirilmez. Falan (aleyhisselâm) denilmez ama ölü veya diriye .hitaben verilen selâm meşru­dur." der.

 

Bu konuyla ilgili daha fazla bilgi için 533 no'lu hadisin izahına bakabilirsiniz.

 

Nevevî'nin beyânına göre İmam-i Şafiî, zekatı alanın mal sahibine şöyle dua etmesini müstehab saymıştır:

 

"Verdiğin zekattan dolayı Allah, sana ecir ve mükafat versin, onu sana günahlardan arınma vesilesi kılsın. Kalan malını da bereketlendirsin"

 

Zekâtı alanın diye dua etmesini İbn Abbâs, İbn Uyeyne, Şâfiîler, Mâlikîler, Hanefîler ve selef ulemasının çoğu mekruh saymışlardır.