NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
حَدَّثَنَا
حَفْصُ بْنُ
عُمَرَ
النَّمَرِيُّ
وَأَبُو
الْوَلِيدِ الطَّيَالِسِيُّ
الْمَعْنَى
قَالَا حَدَّثَنَا
شُعْبَةُ
عَنْ عَمْرِو
بْنِ مُرَّةَ
عَنْ عَبْدِ
اللَّهِ بْنِ
أَبِي
أَوْفَى قَالَ
كَانَ أَبِي
مِنْ
أَصْحَابِ
الشَّجَرَةِ
وَكَانَ
النَّبِيُّ
صَلَّى
اللَّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
إِذَا
أَتَاهُ
قَوْمٌ بِصَدَقَتِهِمْ
قَالَ
اللَّهُمَّ
صَلِّ عَلَى
آلِ فُلَانٍ
قَالَ
فَأَتَاهُ
أَبِي
بِصَدَقَتِهِ
فَقَالَ اللَّهُمَّ
صَلِّ عَلَى
آلِ أَبِي
أَوْفَى
Abdullah b. Ebû Evfâ
(r.a)'dan; demiştir ki:
Babam (Rıdvan) ağacı
altında (bey'atta) bulunanlardandı. Bir topluluk zekâtını Resûlullah (s.a.v.)'e
getirdiklerinde;
"Allah'ım! Falan
aileye rahmet ve mağfiret et" buyurdu. Babam da O'na zekâtım getirdi de
Resûlullah (s.a.v.):
"Allah'ım Ebû Evfâ
ailesine rahmet ve mağfiret eyle" buyurdu.
İzah:
Buhârî, zekât; Müslim, zekât;
Nesaî, zekât; İbn Mâce, zekât; Ahmed b. Hanbel, IV-353-355, 381, 383.
Ravi'nin babası Ebu
Evfa Alkame b. Hâlid, hicretin 6. yılında Rıdvan ağacı altında Nebi (s.a.v.)'e
bey'at edenlerdendi.
Hadisteki salat'tan
maksat Allah'ın rahmet ve mağfiretidir. …… duasındaki "al" kelimesi,
hadis şarihlerinin dediğine göre zaid olduğundan Resulullah (s.a.v.) Ebu Evfa'nın
kendisine dua etmiştir. Zira "al", kelimesinden bazen o adamın
kendisi kast edilmektedir. Nitekim Resûlullah (s.a.v.)'in Ebû Mûsâ el-Eş'arî'ye
hitaben;
"Gerçekten sana
Âl-i Davud'un nağmelerinden bir nağme verilmiştir" diye buyurmuş olduğu
hadiste, Âl-i Davud'dan bizzat Hz. Davud'u kastetmiştir. Bu kelime çoğunlukla
şeref ve itibar sahibi olan şahıslara1 izafe edilir. Âl-i Dâvûd, Âl-i Ömer
(r.a.) gibi. Kur'ân-ı Kerimde Firavun hakkında kullanılması ise, mecazîdir.
Şarihler her ne kadar
bu duadaki "al" kelimesinin zâid olduğunu söylemişlerse de, onu zâid
kabul etmeyip aile reisi başta olmak üzere ailenin bütün fertlerini içine
alması da mânâyı bozmasa gerek. Çünkü Peygamber (s.a.v.)'in onunla hem Ebû Evfa'yı
hem de onun aile fertlerini kastetmiş olması da muhtemeldir.
Hadis, zekatı alan
kişinin mal sahiplerine rahmet ve mağfiret ile dua etmesinin müstehab olduğuna
delâlet etmektedir. Cumhur bu görüştedir. Zahirîlere göre zekâtı veren mal
sahibine duâ etmek müstehab değil, vâcibtir. Bunların delili (Ey Muhammed), Onlara
(zekat veren mal sahihlerine) duâ et. Senin duan onlara huzur, gönüllerine
sükûnet verir."[Tevbe 103.] âyetindeki "Onlara duâ et" emrinin
vücûb ifâde etmesidir. Cumhur ise, bu emrin Peygamber (s.a.v.)'e mahsus olduğu
görüşündedir. Delilleri, O'nun duasının, onlara sükûnet bahşedip başkalarının
duasının öyle olmaması, aynı etkiyi göstermemesidir. Ayrıca mal sahibine duâ
etmek vâcib olsaydı, muhakkak Nebi (s.a.v.) gönderdiği zekat memurlarına:
"Mal sahiplerinden zekâtı teslim alırken onlara duâ edin" diye
emrederdi. Sonra şu da var ki, devlet başkanı veya yetkili şahsın almış olduğu
keffâret, alacak ve diğer vâcib olan şeylerden dolayı dua etmesi ittifakla
vâcib değildir. Hal böyle olunca, zekâtı teslim alırken de dua etmesi vâcib
olmamalıdır.
Bazı âlimler bu hadisle
ihticâc ederek Nebilerden başkalarına da müstakil olarak salât getirmeyi caiz
görmüşlerdir. Ahmed b. Hanbel ve Zahirîler bu görüştedirler .Ancak cumhura göre
bu caiz değildir. Çünkü salavât, ta'zim ve yüceltme ifadesi olarak müstakillen
yalnız Peygamberler hakkında kullanılmıştır. Peygamber (s.a.v.) Peygamberler
dışında bazı kişilere salât getirmişse de onu tazim mânâsında değil de duâ ve
rahmet dilemek anlamında kullanmıştır. Ayrıca bu durum yalnız O'na mahsustur.
Böylesi durumlarda kıyas geçerli değildir. Yani o bazı kişilere salat getirmiş
diye bizim de onlara salât getirmemizin caiz olması gerekmez.
Nevevî bu konuda özetle
şöyle demektedir: "Bize göre Nebilerden başkalarına salavat getirmek
suretiyle dua edilmez. Ancak onlara tebean başkalarıda zikredilebilir. Meselâ
"Allahım Muhammed'e, ashabına ve âline salât eyle" diye ashab ve âlini
Muhammed (s.a.v.)'e tebean zikretmek caizdir.Nasıl ki "Azze veCelle"
ifâdesi yalnız Allahu Teala'ya mah-sussa, salavât da yalnız Peygamberlere
mahsustur. Peygamber (s.a.v.) gerçekten aziz ve celîl olduğu halde O'na
"Muhammed azze ve celle" denilmez. Çünkü bu tâbir yalnız Allah'a
mahsustur. İşte bunun gibi Ebu Bekir (sallallahü aleyhi vesellem) veya Ömer
(sallallahü aleyhi vesellem) de denilmez. Halbuki "Sallallahü aleyhi ve
sellem" tâbirinin mânâsı olan "Allah ona rahmet
ve.mağfiretıetsin" cümlesini ikisi için de kullanmakta bir sakınca yoktur.
Mânâ bakımından bir sakınca bulunmamasına rağmen Peygamberlerden başkası
hakkında müstakil olarak bu tabir kullanılamaz."
Ashab-i kiram zamanında
Nebilerden başkasına salât getirmek âdet değildi. Onların devrinden sonra
Rafizîler ile Şiîler bazı imamlara salavât getirmeye başladılar. Meselâ Ali
(sallallahü aleyhi vesellem) dediler. Bid'at ehline benzemek ise, yasaktır.
Binaenaleyh onlara muhalefet etmek gerekir.
Nevevî Nebilerden
başkasına müstakil olarak salavât getirmenin hükmü hakkında şöyle demektedir:
Nebilerden başkasına
müstakil olarak salât getirmek hakkında arkadaşlarımız değişik hükümler
vermişlerdir. Onun haram olduğunu söyleyenler olduğu gibi, tenzihen mekruh
veya âdaba aykırı olduğunu söyleyenler de olmuştur. Meşhur ve sahih olan kavle
göre tenzihen mekruhtur.
Çünkü bid'at ehli, Nebilerden
başka bazı kişilere salavat getirirler. Biz onların âdetlerinden uzak
durmalıyız. İmam Ebu MuhammecJ el-Cüveynî: "Selâm da hüküm yönünden salât
gibidir. Peygamberlerden başkasına müstakil olarak salat getirilmediği gibi
selâm da getirilmez. Falan (aleyhisselâm) denilmez ama ölü veya diriye .hitaben
verilen selâm meşrudur." der.
Bu konuyla ilgili daha
fazla bilgi için 533 no'lu hadisin izahına bakabilirsiniz.
Nevevî'nin beyânına
göre İmam-i Şafiî, zekatı alanın mal sahibine şöyle dua etmesini müstehab
saymıştır:
"Verdiğin zekattan
dolayı Allah, sana ecir ve mükafat versin, onu sana günahlardan arınma vesilesi
kılsın. Kalan malını da bereketlendirsin"
Zekâtı alanın diye dua
etmesini İbn Abbâs, İbn Uyeyne, Şâfiîler, Mâlikîler, Hanefîler ve selef
ulemasının çoğu mekruh saymışlardır.